Seyahat etmek benim için her zaman önemli ve değerli bir eylem oldu. Daha ilk çocukluk çağımdan itibaren her daim ötelere dair bir merak duygusu içinde idim. Önce yaşadığım şehri çevreleyen dağların ardında ne olduğunu merak ettim. Sonra o dağın zirvesine ulaştığımda, daha arkada görünen dağların ardında ne olduğunu… Eski zamanlarda yaşasaydım muhtemeldir ki bir kâşif olurdum. İnternet ve google haritalarının olmadığı gençlik çağlarımda en büyük zevklerimden biri atlas okumaktı. Haritalardan kahverengi dağları, yeşil deltaları, mavi denizleri uzun uzun inceler ve bir gün oraları dünya gözüyle görmeyi hayal ederdim. Böyle böyle bir yığın atlas eskittim. Hatırlayamasam da izini siyah beyaz fotoğraflardan sürdüğüm ilk seyahatim sanırım 2 yaşlarında iken ailemle gittiğim Eskişehir seyahati oldu. Sonra bunu diğerleri izledi. Son 5 yıldır ise daha sistemli ve düzenli olarak seyahat etmeye başladım. Arkadaş gruplarıyla, ailemle, eşim ya da çocuklarımla seyahatlerim oldu. Hasbelkader bir araya gelmiş insanlardan oluşan turlara da katıldım. Hepsinin kendine göre avantajları ve dezavantajları vardı elbette…
Sonra bir gün yolum kendilerine “Yürüyen Budalalar” adını vermiş bir seyahat grubu ile kesişti. Şehrime gelmeye niyet ettiklerini söylüyor ve benden kendilerine rehberlik yapmamı rica ediyorlardı. O günden sonra bende bu grubun bir parçası oldum. Seyahatlerim çok daha güzel, anlamlı ve verimli hale geldi. Oldukça farklı çevrelerden gelen, değişik etnik köken, dil, mezhep ve dine, farklı dünya görüşlerine mensup olsalar da ortak paydaları Türkiye’yi ve insanını sevmek olan bu güzel ekipten ve onlarla yaptığım seyahatlerden çok şey öğrendim. En önemlisi de ne kadar yersiz önyargılara sahip olabildiğimiz ve insan olma paydasında hiçbir farkımızın olmamasıydı. Şimdi iyi ki yürüyen bir budala olmuşum diyor ve bu güzel insanları sizlere daha yakından tanıtmak gayesiyle, ilk seyahatlerinden itibaren grubun organizasyonlarının yükünü sırtlanan iki kıymetli arkadaşım Halil Çelik ve Yeşim Çoruh Çalışkan’la yaptığım röportajı sizlerle paylaşmak istiyorum. Kesinlikle; “yürüyen bir budala, oturan on entelektüelden evladır”…
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
“Yürüyen Budalalar” grubunun kurucularından ve yükünü çekenlerden ikisiyiz. İsimlerimiz Halil Çelik ve Yeşim Çoruh Çalışkan. İstanbul’da yaşıyoruz. Hong Kong merkezli küresel bir hazır giyim acentasında yönetici olarak çalışıyoruz. 2010 senesinden bu yana arkadaşlarımızın da verdiği destekle “Yürüyen Budalalar” ekibinin seyahat organizasyonlarını gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
“Yürüyen Budalalar” grubu ne zaman ve nasıl kuruldu? Grup hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
“Yürüyen Budalalar” birileri tarafından, belli bir tarihte ve tasarlanarak oluşturulmuş bir grup değil. Yine de hikâyemizin 2010 senesinin Ocak ayında başladığını söyleyebiliriz. 2008-2009 küresel krizi sebebiyle görev yaptığımız şirket çalışan sayısını azaltmış, işten ayrılan iki arkadaşımız Çerkezköy ve Edirne’ye yerleşmişti. Onlara bir vefâ ziyareti yapmaya ve aynı zamanda bir arada çalıştığımız arkadaşlarımızla iş hâricinde bir gün geçirmeye niyet etmiştik.
Gideceğimiz şehir Edirne’ydi. İmparator Hadrian’ın kurduğu bir Roma şehriydi. Osmanlı başşehriydi. Mimar Koca Sinan’ın ustalık eserini gururla taşıyan, Osmanlı camilerinin üç devrine ait üç sembol eseri Eski Camii, Ulu Cami, Selimiye Camii’ni birbirine sokulmuş bir hâlde görebileceğimiz bir yerdi. Öyle olunca seyahat öncesinde ufak hazırlıklar yapmıştık. Şehri ve arkadaşlarımızı o hazırlıklarımızın kılavuzluğunda ziyaret ettik. Bu ilk seyahatimiz o kadar samimi, doyurucu ve keyifle geçen bir seyahat oldu ki İstanbul’a döner dönmez tekrarına karar verdik.
İznik, Bursa, Konya, Trabzon, Bosna derken, bugüne kadar her biri için özel hazırlıklar yapılan, her biri bizim tarafımızdan tasarlanan sıradışı 28 seyahate imza attık…
Kendinize bu ismi verme nedeniniz nedir?
Seyahatlerimizi tertip ederken bize kim olduğumuz soruluyordu.
“Yürüyen Budalalar” ismini, 1990’lı yıllarda Afa Yayınları’nın yayınladığı Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin isimli kitapta geçen bir mottodan hareketle seçtik. Kitabın yazarı Jacques Sequela “yürüyen bir dangalak / budala, oturan on entellektüelden daha iyidir” diyordu kitapta. Yürümeyi, eylemi, hareketi övüyordu bu sözleriyle.
Biz her seyahatimiz için bir düğüne hazırlanır gibi hazırlanıyorduk aslında. Seyahate özel hazırlıklar yapıyorduk, her seyahatimize için kıyafetler tasarlıyorduk, aylarca gideceğimiz bölgenin müziklerini dinliyor, her seyahatimiz için kitaplar hazırlıyor, gideceğimiz yerdeki insanlarla önceden temasa geçiyorduk ama bunlar ancak harekete geçince yapılabilecek faaliyetlerdi. O yüzden iddiamızı bu faaliyetlerin dışında “yürüme” olarak belirlemek istedik. J. Sequela’nın sözünden ilhamla kendimize “Yürüyen Budalalar” ismini koymayı münasip gördük.
Bu güne kadar hangi şehirlere ve ülkelere seyahat düzenlediniz?
Bugüne kadar toplam 28 seyahat gerçekleştirdik. On ülkeyi ziyaret ettik. Tarih sırasına göre hatırlayalım ziyaret ettiğimiz yerleri: Edirne, İznik, Bursa, Konya, Trabzon, Bosna-Hersek (Stolac, Pocitelj, Blagaj, Mostar, Jablanica, Konjic, Ahmic, Travnik ve Saraybosna),Kars,İzmir,Kayseri, Kapadokya, Hacıbektaş, Kosova – Makedonya (Prizren, Priştine, Üsküp,Tetova, Ohri, Manastır, Resne), Sivas ve Divriği, Diyarbakır, Mardin, Midyat, Hasankeyf, Van, Ahlat, Bitlis, İran (Şîraz, İsfahan, Yezd ve Persepolis), Erzurum, Gürcistan (Sarp, Batum, Kabuleti, Kutaisi, Gori, Tiflis, Kazbegi ve Kafkas Dağları), Şanlıurfa, Harran, Halfeti, Gaziantep, Tokat, Amasya, Merzifon, Malatya, Elazığ, Nemrut Dağı, Macaristan (Budapeşte, Estergon, Zigetvar, Vişegrad ve Pecs),Slovakya (Ciğerdelen / Štúrovo), Çamlıhemşin Yaylaları, Macahel,Adana, Mersin, Tarsus, Hindistan (Delhi, Jaipur, Agra ve FatehpurSikhri), Lübnan (Beyrut, Trablusşam, Sayda, Baaalbek ve Biblos), Hatay (Antakya ve Samandağ)…
Seyahat edeceğiniz yerleri seçerken nasıl karar veriyor, nelere dikkat ediyorsunuz?
Coğrafyamızı, tarihimizi, adetlerimizi, yemeklerimizi, müziklerimizi, insanlarımızı, daha doğrusu bir bütün hâlinde kendi hikâyemizi anlama gayretindeyiz.
O yüzden öncelikle kendi medeniyetimizin şehirlerini ziyaret ediyoruz. Kendi medeniyetimiz derken, kervanların, tacirlerin, feylesofların, şairlerin, bestekârların, âşıkların, askerlerin, salgın hastalıkların üzerinde dolaştığı “Büyük Doğu” coğrafyamızı kastediyoruz.
Bu kapsama Hafız’ın beyitlerinde “eger ân Tork-e Şîrâzî” diye rast geldiğimiz Şîraz, masallarımızda Zümrüdüanka kuşlarının ardına uçup gittiği Kaf(kas) Dağları, Yahya Kemal’in “Yıldırım Bayezid Han diyârıdır” diye andığı Üsküp, bir Rumeli türküsünde “Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i” diye anılan Budapeşte de giriyor.
Kendi topraklarımıza gidiyoruz. Ermeniler, Kürtler, Gürcüler, Türkler, Rumlar, Araplar, Lazlar, Çerkezler, Yahudiler, Çingeneler, Torbeşler, Pomaklar, Goranlar, Arnavutlar, Boşnaklar, Acaralılar, Acemler, Zazalar ve daha niceleri olarak beraber yaşadığımız topraklarımıza. Acısıyla tatlısıyla hep birlikte yaşadığımız bu kadîm topraklara dönüyoruz yüzümüzü. Kendi medeniyetimizin coğrafyasına. Türkülerimize ve şiirlerimize dahil olan topraklara yöneliyoruz hep birlikte…
Gideceğimiz şehirleri / ülkeleri belirlerken pergelin bir ayağını öncelikle İstanbul’a batırıyor ve buradan hareketle kendi medeniyetimizin şehirlerini dolaşmaya çalışıyoruz. Bu ekiple Londra’ya, Paris’e, Lizbon’a, Rio’ya, New York’a, Tokyo’ya, Moskova’ya gitme derdinde değiliz. Edirne, Üsküp, Bursa, Prizren, Kastamonu, Filibe, İzmir, Saraybosna, İznik, Köstence, Trabzon, Batum, Avlonya, Kars, Berat, Safranbolu, Halep, Mostar, Hatay, Trablusşam, Kayseri, Stolac, Diyarbakır ve Kerkük’ü tanımak bize daha büyük heyecan veriyor. Öncelikle kendi coğrafyamızı tanımaya, kendimizi tanımaya, kendimize dönük seyahatler yapmaya niyetliyiz.
Bana ne Paris’ten
Newyork’tan Londra’dan
Moskova’dan Pekin’den
Senin yanında
Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı
Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu
Geceme gündüzüme
Gözlerin
Lale Devrinden bir pencere
Ellerin
Baki’den Nefi’den Şeyh Galib’den
Kucağıma dökülen
Altın leylakdiyen Sezai Karakoç’un olduğu yerdeyiz…
Seyahatlerinize nasıl hazırlanıyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtelim; biz şehirlere “gezi” veya “tur” düzenlemiyoruz. Şehirleri “ziyaret” ediyoruz… Büyüklerimizi, hastalarımızı, kabirlerimizi ziyaret eder gibi “hürmet” ve “muhabbet” hisleriyle ziyaret ediyoruz şehirleri…
İnsan bilmediğini, tanımadığını sev(e)mez. “Yürüyen Budalalar”, seyahatlerin ortalama dört ay kadar evvelinden, gidilecek şehirler ile ilgili hazırlıklara başlıyor. Sosyal medyada kurulan kapalı bir grupta seyahatle ilgili paylaşımlar gerçekleştiriliyor. Ziyaret edilecek şehre dair coğrafya, tarih, dil, din, siyaset, edebiyat, adet, sanat, müzik, mutfak vb. konularda sayısız paylaşım yapılıyor seyahat tarihine kadar. Böylece ziyaret edilecek mekânlarla aramızda muazzam bir aşinalık meydana geliyor seyahatler öncesinde…
Anlatılır ki, Picasso, ünlü bir restoranda yemek yerken, restoran sahibi yanına gelip kendisinden hatıra olarak peçeteye bir şeyler çizmesini ister. Picasso peçeteye çabucak bir resim yapar ve adama “Buyrun, seksen Frank” der. Adam “Aman Bay Picasso iki dakikada çizdiğiniz şey nasıl 80 Frank eder?” diye sorunca, “Hayır bayım” der Picasso, “İki dakika değil, kırk yıl artı iki dakika”. “Yürüyen Budalalar”ın bir günlük seyahatleri bile Picasso’nun kırk senesi gibi… En az dört aylık bir hazırlık süresini kapsıyor. O yüzden günübirlik bir “Yürüyen Budalalar” seyahati bile aslında “dört ay artı bir gün” sürüyor.
Seyahatlerimizde giymek için –mümkünse bölgenin ruhuna uygun- ortak kıyafetler temin ediyoruz. Zaman zaman bunların tasarımını ve imalatını biz gerçekleştiriyoruz.
Seyahatlerimiz öncesi gideceğimiz şehrin / ülkenin şarkılarını dinliyor, içinde bu şarkıların da yer aldığı seyahat kitapları hazırlıyor, mümkünse bu şarkılardan birkaçını da ezberliyoruz.
Gittiğiniz yerlerde o yörenin şarkılarını ezberlediğinizi söylüyorsunuz. Bunun nedeni nedir? Müzik ile seyahatleriniz arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Evet, seyahat öncesi yapılan hazırlıkların en önemlilerinden biri, seyahatin yapılacağı şehir ve/veya bölgenin müziklerinin dinlenilmesi ve bunların bir kısmının ezberlenmesi.
Cengiz Aytmatov’un Beyaz Gemi romanında Mümin Dede ile torunu arasındaki bir konuşma geçer: “Dedem diyor ki, geçmiş zamanların birinde, bir han başka bir hanı tutsak almış. Bu han tutsağına: ‘Eğer istersen benim kölem olarak yanımda kalır, uzun zaman yaşayabilirsin. İstemezsen, en büyük arzunu yerine getirir, sonra da seni öldürürüm’ demiş. Tutsak han düşünüp cevap vermiş: ‘Köle olarak yaşamak istemiyorum, beni öldür daha iyi. Ancak öldürmeden önce, benim vatanımdan herhangi bir çobanı buraya getirtmeni istiyorum.’
– Ne yapacaksın o çobanı?
– Ölmeden önce ondan bir türkü dinlemek istiyorum.
Dedem diyor ki, işte böyle, vatanlarının bir türküsü için canlarını feda eden insanlar varmış.”
Biz, Mümin Dede’nin bahsettiği insanların numunelerini bulmaya çalışıyoruz seyahatlerimizde. Şehirlerin hikâyelerini onlardan dinlemeyi, onların muhabbetini paylaşmayı murad ediyoruz.
Kaçkar Dağları’ndan Karadeniz’e doğru akan sayısız dere vardır Artvin-Rize coğrafyasında. Kaçkarlardan kopan yamru yumru taş parçaları o deli akan derelerde su ile yıkana yıkana, sağa sola çarpa çarpa, yukarılardan aşağılara doğru yuvarlana yuvarlana hareket eder. Sivrilikleri kaybolur, köşeleri kırılır, yıkanır, cilâlanır, parlar dere taşları. Aslında o derenin hangi dağın taşını getirdiği bellidir, bilinir. Elinize alıp taşın rengine veya taşın içindeki damarlara baktığınızda o bildiğiniz dağın zirvelerini, o dağda açan çiçekleri, o dağlara yağan karları, o dağların dumanlarını hatırlarsınız… Türküler tıpkı Hemşin derelerinin parlak dere taşları gibidir. Bize koca bir geçmişi, muazzam bir coğrafyayı, dili, dini, medeniyeti hatırlatırlar…
Şunu da özellikle belirtelim: Yürüyen Budalalar ekibinde müzikle profesyonel ve hatta amatör olarak ilgilenmiş hiç kimse yok. Yine de şehirlerin sokaklarında, meydanlarında, köprülerinde söyledikleri şarkılarla, şehre olan samimiyet, muhabbet ve hürmetlerini gösteriyor.
Öyle olunca Mostar’daki StariMost (Eski Köprü) üzerinde bir Boşnak sevdalinkası, Ohri Gölü’nde bir Makedon pesması, Üsküp’te Vardar Nehri kıyılarında yanık bir muhacir türküsü, İzmir Bikur Holim Havrası’nda Seferâdların dilinden bir aşk şarkısı, Amasya’nın Yeşilırmak kıyısındaki yüce kayalarının altında saray soylu bir Amasya türküsü, Mardin Deyruzzaferan Manastırı’nın loş odalarında bir Süryanî ilâhisi, karla kaplı Kars Kalesi’nde bir Terekeme türküsü, Kafkas Dağları’nın doruklarında çoksesli bir Gürcü satrpialosu, Sivas Ulu Camii’nde tertemiz bir Yunus Emre ilâhisi, Şar Dağlarının üzerindeki yetimhane kompleksinde bir Arnavut halk türküsü, Van Akdamar’da bir Ermeni şarkısı, Diyarbekir Gazi Köşkü’nden Havsel Bağlarına bakarken bir Kürt stranı, Şîrâz’da Hafız’ın kabrinde Hafız’ın bir gazeli, Delhi’de evine misafir olduğumuz Hintli ailenin üyeleriyle birlikte bir Mukeş şarkısı, Çamlıhemşin yayalarında ise kuşlara, çiçeklere, böceklere, sulara, dumanlara Hemşin türküleri söyleniyor bu sebeple…
Seyahatleriniz için bir de kitap hazırlıyorsunuz anladığımız kadarıyla. Bu kitap fikri nasıl oluştu, içeriği hakkında bilgi verir misiniz?
Beşinci seyahatimizde gittiğimiz Trabzon’dan bu yana seyahatlerimiz için birer kitap hazırlamaya çalışıyoruz. Şu ana kadar toplam 13 kitap hazırladık. Kitaplarımızın satışı yok. Sadece seyahate katılan arkadaşlarımıza dağıtıyoruz.
Kitapların ekinde, ziyaret edilen şehrin müziklerinden örneklerin içinde yer aldığı bir müzik CD’si yer alıyor. Seyahat kitaplarımız esasen yol şarkılarının sözlerini içeriyor. Ancak kitaplarımızda şarkı sözlerinin yanı sıra, o şarkıları damıtan kültürel altyapıya, geleneklere, adetlere, duygulara, hikâyelere, tarihe, coğrafyaya da dair bilgiler paylaşıyoruz. Kitaplarımız ayrıca eserlerle ilgisi olan besteciler, şarkıcılar, derlemeciler ile ilgili bilgileri de ihtiva ediyor.
CD’de yer alacak şarkıları / türküleri seçebilmek için aylarca bölge müzikleri dinleniyor. Yüzlerce, binlerce eser taranıyor. En iyi örnekler seçilmeye çalışılıyor. Ve bütün bu çabaların sonucunda, daha seyahat öncesinde ziyaret edecek olduğumuz şehirle büyük bir yakınlık kuruluyor.
Rehberlik hizmeti alıyor musunuz? Rehber seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz?
Seçme şansımız olduğu hallerde bir şehri, bir ülkeyi profesyonellerden değil de doğrudan oranın sakinlerinden öğrenmeyi tercih ediyoruz. Yaptığımız hazırlıklar sayesinde kendi rehberliğimizi çoğu zaman kendimiz yapıyoruz.
Her seyahatimizde bize karşılıksız yardım eden çok güzel insanlarla tanıştık bugüne kadar. Hiçbir turizm organizasyonunun, hiçbir profesyonel rehberliğin sağlayamayacağı imkânları sağladılar, dostluğu gösterdiler bize. Ne zaman yolumuz o şehirlere yeniden düşse veya ne vakit bu dostlarımız şehrimize gelseler haberleşiyor ve mümkün olduğunca bir araya geliyoruz… Hatta sizinle olduğu gibi bu dostlarımızın bir kısmı ile artık beraber seyahat ediyoruz.
Ancak daha evvel gitmediğimiz, tanımadığımız veya mahallî irtibatlarımızın olmadığı yerlerde profesyonel rehberlerden de hizmet alıyoruz. Bu durumlarda rehberlik yaptığı bölgede doğan veya yaşayan, rehberlik yaptığı yeri seven kişilere ulaşmaya çalışıyoruz. Rehberlerimizle önden görüşüyoruz, bizi iyice tanımalarını, beklentilerimizi anlamalarını sağlıyoruz. Seyahat öncesinde programların üzerinden titizlikle geçiyoruz. Seyahat hazırlıkları yaptığımız sosyal medya gruplarına kendilerini de ekleyerek, ekibin dinamiklerini anlamalarını sağlamaya çalışıyoruz.
Grubun kuralları var mıdır? Dışarıya açık mı, gruba yeni üyeler dâhil olabilir mi?
Olmaz mı hiç? Bizi biz yapan o yazılı olmayan ama hepimizin iyice aşina olduğu kurallarımız aslında…
Öncelikle şunu söyleyelim: Başlangıçta bu topluluğa katılmanın temel şartı, bulunduğumuz şirkette çalışıyor ya da çalışmış olmaktı. Grup bu hâliyle kapalı bir gruptu.
Ancak zamanla ekip dışında olup da, yaptığımız seyahatlere dışarıdan katkı sağlayan arkadaşlarımız da aramıza dâhil olmaya başladı. Ardından ziyaret ettiğimiz yerlerde karşılaştığımız gönüldaşlarımız ekibe katıldı. Şu anda şirkette çalışanlar ile dışarıdan katılanların sayısı yaklaşık olarak yarı yarıyadır diye tahmin ediyoruz…
Bir de seyahatlerimizin rotasına göre bir üst limit belirliyoruz. Seyahate çıkacak olan grubu, başı ile sonunun temasının kesileceği kadar büyütmemeye özen gösteriyoruz.
Grupta yer alan arkadaşlarımızın hazırlık sürecinde en azından paylaşılan bilgileri okumasını, seyahate zihnen hazırlanmalarını bekliyoruz.
Müzikle arası hiç iyi olmayanlarımızın bile seyahat için belirlediğimiz şarkıları ezberlemesini ve ekiple beraber söylemesini istiyoruz.
Sosyal medyada seyahate dair yapılacak olan paylaşımlar için de bir düzenlememiz var. Seyahat ile görsellerin facebook, instagram, twitter, youtube vb sosyal medya kanallarında anlık olarak yayınlanmaması kuralımız var. Seyahat ettiğimiz mekânlarda, beraber seyahat ettiğimiz arkadaşlarımız ile vakit geçirmeyi önceliyoruz. Seyahat bittikten, yaşadıklarımız demlendikten sonra seyahat ile ilgili görsellerin paylaşımına izin veriyoruz.
Ayrıca seyahatler esnasında, seyahatler için hazırladığımız kıyafetlerin giyilmesi gerekiyor.
Grubun tek tip kıyafet giymesinin sebebi nedir?
Seyahat boyunca her şeyi geride bırakmaya ve hep beraber hareket etmeye çalışıyoruz. Tek araç ile yola çıkıyoruz. Kimsenin ekipten ayrılmamasına, münferit programlar yapmamasına özen gösteriyoruz. Ortak kıyafetler giymemiz de bu yaklaşımımızla ilgili. Seyahatlerimizde önceden belirlenmiş kıyafetlerin, renklerin ve aksesuarların kullanılması bir bütün olarak hareket etmemizi sağlıyor. Seyahat esnasında ekibin arkasında kalanlar olursa ekibi bulmaları da kolay oluyor bu sayede.
Öte yandan kıyafetlerimiz ile de gittiğimiz şehirle / bölgeyle biraz daha birleşiyoruz. Elazığ’da sekiz köşeli şapka, Bosna’da bir Osmanlı fesi, Kosova’da Arnavut plilisi, Batum’da Acaralı şapkaları taktık başımıza. Diyarbekir’de, Şanlıurfa’da şalvar – yelek ve fistanlar giydik. Trabzon’da boynumuzda Keşanlarla yürüdük. İran’da ortak rengimiz olan “firûze” renkli kıyafetler giydik, üzerinde Hafız’ın beyitleri yazan gömleklerle dolaştık. Böylece ziyaret ettiğimiz bölgeler / şehirler ile bütünleştiğimizi ve seçtiğimiz kıyafetlerle de bunu gösterdiğimizi düşünüyoruz.
Bütçe oluşturma ve harcama konusunu nasıl gerçekleştiriyorsunuz?
Ekonomik seyahatler yapma kaygımız olduğunu belirtmeliyiz. Zaman zaman 35-40 kişilik gruplarla yola çıktığımız oluyor. Bu gruplarda her gelir seviyesinden arkadaşımız olabiliyor. O yüzden rotamızı belirlerken, seyahatin katılan herkesin bütçesine uygun ve herkes için makul olmasını sağlamaya çalışıyoruz.
Seyahat öncesinde bir seyahat bütçesi oluşturuyoruz. Buna göre seyahat bütçesinin yaklaşık %10 kadar fazlası belirleniyor ve harcanmak üzere ortak bir havuzda toplanıyor. Seyahat esnasında ekipten bir kişi grup adına tüm harcamaları bu havuzdan yapıyor. Seyahat sonrasında artan bakiye katılanlara iade ediliyor.
Gittiğiniz yerler arasında sizde iz bırakan şehirler ve /veya ülkeler hangileridir?
En zor sorunuz bu oldu! Hepsi ve her biri diyelim yoksa bu röportajı bitiremeyeceğiz…
Elbette pek çok anı biriktirmişsinizdir. Bunlardan unutamadığınız bir- iki tanesini paylaşır mısınız?
Lübnan çok sayıda dinden ve mezhepten insanın yaşadığı bir ülke. Türkler ve Türkiye tarihlerinin bir parçası. Öyle olunca seven kadar sevmeyen de var bizi. Ülkenin ikinci büyük şehri Trablusşam kuzeyde, Akdeniz kıyısında yer alıyor. Trablusşamlılar ortak hatıramıza büyük hürmet gösteriyor. Türkiye’ye karşı büyük bir muhabbetleri var.
Lübnan’daki ilk günümüzü Trablusşam’da geçirmiştik. Burada Trablusşamlı kardeşimiz Zaher Sultan ve Prof. Halid Tedmoori ile beraber günü akşam etmiştik. Şehrin tarihî eserlerini ziyaret ettik, çarşısını-pazarını gezdik, kalesinden şehri temaşa ettik, nefis yemeklerini yedik. Günün akşama döndüğü saatlerde Osmanlı hanedanından Selma Hanım’ın evine misafir olduk. Bu son ziyaretimizden sonra otobüsümüze binip Beyrut’a doğru yola çıkmıştık ki, mihmandarımız Zaher Sultan’a bir telefon geldi. Trablusşam’da tatlıcı / şekerlemeci dükkânı olan Kerem isimli bir arkadaşı vardı telefonun ucunda. Türkiye’den Trablusşam’a geldiğimizi duymuş, bizimle tanışmak istemişti. Yorgunduk, vaktimiz azdı, yolumuz uzundu. Yine de Kerem’in dükkânına doğru çevirdik yönümüzü.
Hiç birimizi tanımayan Kerem kardeşimiz müthiş bir güler yüzle karşıladı hepimizi. Üzerinde “ikinci vatanınıza hoş geldiniz!” yazan birer küçük şekerleme paketi hazırlamıştı her birimiz için. Üzerinde Türkiye yazan şapkalarımızdan birini hediye ettik biz de kendisine. Hepimiz ömrümüzün en değerli hediyeleri arasında sayılabilecek hediyeler almıştık o gece.
Seyahat etmenin yararları ve size kazandırdıkları hakkında neler söylersiniz?
Açıkçası seyahatlerimizde “fayda” aramıyoruz. Ahmet Haşim “şiirde mânâ aramak, eti için bülbül öldürmeye benzer” demiş. Bizim seyahatlerimiz de bir faydanın kovalandığı organizasyonlar değil. Bir meyveyi doymak için değil, tadı için, lezzeti için yiyen insanlar gibiyiz. Fayda peşinde koşmasak da bu organizasyonlar sayesinde besleniyoruz.
Hep birlikte öğreniyoruz. Ekipte bulunan herkesi birbirine yakınlaştıran bir kolektif öğrenme formu bu.
Yeni arkadaşlıklar kuruyoruz, yeni dostlar kazanıyoruz. Türkiye’nin değişik şehirlerinden, Gürcistan’dan, Kosova’dan, Makedonya’dan, İran’dan, Bosna’dan sayısız dostumuz İstanbul’da bizi ziyaret ediyor. Temasımız hiç kesilmiyor.
Bilgimiz arttıkça, önyargılarımız azalıyor. Seyahatlerimiz bizi terbiye ediyor… Ufak bir grubun değil, bir bütünün parçaları olduğumuzu hissettiriyor. Ayrışmanın / tefrikanın değil, bütünleşmenin / büyümenin hazzını yaşatıyor.
Bundan sonraki süreçte planlarınız, öncelikli olarak gitmeyi istediğiniz yerler nerelerdir?
Yakın coğrafyamızda ayak basmadığımız yer kalmasın istiyoruz. Ama en çok coğrafyamıza barış gelmesini istiyoruz. O yüzden en çok Halep’i, Şam’ı, Hama’yı, Humus’u, Bağdat’ı, Kerkük’ü ziyaret etmek istiyoruz desek en doğrusu olur.
Benzer bir grup kurmak ve seyahat etmek isteyenlere bunca yılın tecrübesi ile neler tavsiye edersiniz?
Ekibimize dâhil olmak isteyen sayısız kişiden telefon ve e-posta alıyoruz. Sağ olsunlar. Ama biz ticarî bir yapı değiliz ve bu kadar büyük bir talebi karşılayabilmemiz mümkün değil.
Ekibimize dâhil olmak isteyenlere, bizim modelimizi takip ederek, kendi doğal ve samimi çevreleri içinde benzeri bir grup kurmalarını tavsiye ediyoruz.
Bu konuda elimizde ne varsa paylaşmaya hazır olduğumuzu, yardım isteyen herkese seve seve el uzatacağımızın da bilinmesini isteriz.
Ancak “bu iş sevdâ işi, bu yol muhabbet yolu” diye düşünüyoruz. “Filanca şehre bir tur atalım”, “acaba hafta sonu ne yapalım?”, “4 günde 4 ülke dolaşalım”, “en yükseği, en büyüğü, en lezzetlisi hangisiymiş. Haydi görelim, durmayalım tüketelim.” diye çıkılacak bir yol değil bu. Bu şekilde yola çıkıldığında nasibin kapalı olmasından daha tabii bir şey yok.
O kadar büyük bir zenginliğin üzerindeyiz ki! Bu toprakların insanları olarak bir mücevher yığınının üstünde oturduğunu fark etmeden dilenen insanlara benziyoruz.
Biz Yürüyen Budalalar olarak bu mücevherlerin arasında olduğumuzu biraz daha çok fark ediyoruz her seyahatimizde. Kelimelerle tarif edilemeyecek güzelliklere şahit oluyoruz, olmaktan gururluyuz, mutluyuz, mestiz. Tanıdıkça coğrafyamıza, insanımıza, tarihimize, medeniyetimize olan sevdâmız artıyor… Mucize tesiri yaratan karşılaşmalar yaşanıyor seyahatlerimizde. Büyük dostluklar kuruluyor. Yaşadıkça anlıyoruz ki bunlar tesadüf değil…
Kendi hikâyemizden hareketle, benzer gruplar kurmak ve seyahat etmek isteyenlere öncelikle insanıyla, hayvanıyla, tarihiyle, müziğiyle, delisiyle, velisiyle bu toprakları tanıma gayreti içine girmelerini tavsiye ediyoruz acizâne…
Yasemin Dutoğlu / Dünya Bizim
https://www.dunyabizim.com/yuruyen-bir-budala-oturan-on-entelektuelden-evladir-makale,217.html