İPEKTEN YUMUŞAK ÇELİKTEN MUHKEM BAĞLAR
Tekin Şener
İnsan insana ne kadar yakınsa, şehir de şehre o kadar yakın. Şehirlerin akrabalığı insanların akrabalığı gibidir. Birbirine benzeyen, birbiriyle didişen, aynı havaları seven, benzer sofralara oturan; küsen barışan, kavga eden, sarmaş dolaş olan insanların ve şehirlerin akrabalığı, onlar farkında olmasa hatta istemese bile yüzlerine, seslerine, zevklerine, havalarına sinmiştir. Müşterek çizgileri, mukarreb sesleri ve benzer kaderleri onları diğerinin hizasında tutar hep. Coğrafyadaki mesafeye inat, ruhta ve kültürde yakınlık kolayca teşhis edilir.
Sivas, Tokat ve Amasya böyle bir akrabalığı yaşatan üç Anadolu şehri. Kadim tarihlerinden parıltılı izleri, bugünün metropolitan dünyasına taşıyan ve çağın hızına yetişmek derdiyle yorgun düşmüş üç şehir. İkbal devirleri, zeval devirleri, var olma hikâyeleri birbirini tutuyor. Tarih ve coğrafya insanların kaderi olduğu gibi şehirlerin de kaderidir. Üç şehir de ticaretin, siyasetin, sanatın, medeniyetin odağında oldukları bir devreyi doyasıya yaşamış ve gün gelmiş taşraya düşmüş. Selçuklu-İlhanlı, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin mirası, yani tarihin olanca yükü, bu şehirlerin yalnızca yüzlerine değil aynı zamanda karakterlerine de sinmiş.
Bir insanın karakterini nasıl bilirsiniz? İnsanı sahiden tanımak onunla alış veriş yapmakla, yola gitmekle, beraber yaşamakla mümkün olur. Şehirleri sahiden tanımak ise, onları şöyle bir gezmekle değil; oraların insanına, taşına, örfüne dokunarak mümkün olabilir. Bizim bu üç şehrin karakterini müşahedemiz, pek kısa bir vakitte gerçekleşti. İnsanın şehre, şehrin insana açıldığı, bir buçuk özlenesi gün… Gün hesabı pek tutmuyor aslında. Gerçekte yaşadığımız, kısacık bir ömür dilimi ve zamandan taşan gönüllere nakşolunan bir vakitti. Bu müddet, saat ya da gün hesabıyla değil, ruhumuzda bıraktığı izin derinliği ile ölçülebilir ancak. Sivas’ta başlayıp Tokat’ta demlenen, Amasya’da kıvamını bulan bir lahza huzur, hafızada ve muhayyilede tekrar tekrar yaşanacak bir dem. “Neyleyim dünyada dünya malını / Gönül arz eyliyor eski hâlini” diye içini döken Amasyalı ruh akrabamızın sözlerinde anlamını buldu bu dem ve ömrümüz oldukça gönlümüz hep arzu edecek.
Aynı gökyüzü altında bambaşka hayatlar sürdüren insanların, “Yahu biz aynı dünyanın insanıymışız” dedikleri bir yolculuk hikâyesidir anlatacağım. Hikâyenin evveli çok uzun ve çok teferruatlı. Fakat şu kadarı bilinmeli ki, daha önce beraber pek çok defalar yola çıkmış, özge diyarlar görmüş “Yürüyen Budalalar” adlı bir seyyah grubunun yürüyüşünün bereketini yaşadık. Birkaç yıl içerisinde Sivas, Tokat ve Amasya’da dost oldukları, yakın oldukları insanları bir araya Yürüyen Budalalar getirdi. İki günde üç şehirde iki iftar ve iki sahur yapmak niyetiyle yola çıktılar ve yol boyu büyüye büyüye menzil- i maksuda vardılar. İstanbul’dan, Sivas’tan, Tokat’tan ve Amasya’dan gelen otuzdan fazla insan Sivas’ta buluştu. Ramazan ikliminin sarıp sarmaladığı onlarca kişi ve üç şehir buluştu, kavuştu, halleşti… Sivas’taki ilk iftarda öyle bir havaya büründük ki, daha yeni mi karşılaşıyoruz yoksa kırk yıllık dost muyuz, belli değildi. İlk kez karşılaşanlar da vardı, hakikaten kırk yıllık dost olan da fakat hangisi hangisiydi işte o karışıyordu. Hava ahbaplık havasıydı çünkü.
Yürüyen Budalalar’ın şahsımla ve Sivas’la karşılaştığı ilk mekân olan Osmanağa Konağı’nda ilk iftar yapıldı. Yıllar önce boşluğa fırlatılmış bir işaret fişeği gibi gelen telefonu açmış: “Merhaba, biz bir gezgin grubuyuz, Sivas’a geleceğiz…” diye başlayan bir konuşma dakikalarca sürüp gitmişti. Yürüyen Budalalar o konuşmadan sonra Sivas’a üç defa geldiler, sarsılmaz dostluklar, güçlü bağlar kurdular. Beş yıl sonra ilk karşılaştığımız çatı altında; daha kalabalıktık; daha yakın ve daha hatırlı dostlar olarak toplandık. Yemeğin, çayın, sohbetin lezzeti müteakip leziz demlerin müjdesiymiş meğer. İftardan sonra teravihe gidenler Ulu Cami’ye, sohbete devam edecekler Şifaiye Medresesi’ne gitti. Islak ve serin Sivas gecesinde, Ramazan’ın ve ahbaplığın sıcaklığıyla ısındık. Gece yarısına doğru Sivaslı dostlarımız Ergun, Harun ve Bedrettin Bey’lerin kurduğu mecliste meşke daldık. Şehr- i Ramazan’ın Sivas’taki sadâsı “Ya Hennan ya Mennan” ilahisini, Sivas türküleri takip etti.
Çamlıbel’e doğru Tokat yoluna koyulduğumuzda sahura üç saat kalmıştı. Tokat’tan gelip Sivas’ta bize katılan Yasemin ve Semahat Hanımların hazırladığı sahur sofrasına, gece ikide oturduk. Adı Saklıbahçe olan, su ile yeşilin coşkuyla oynaştığı bir tabiat köşesinde ağırlandık, izzetlendik. “Ak Zambaklar Şehri Tokat” adlı kitabı, Tokat’a bir dua gibi yazan Yasemin Dutoğlu ve Tokat’ı sımsıkı sahiplenen ve kendi eviyimiş gibi titizlenen Semahat Çekenoğlu, yolculuğa Sivas’ta başlayıp Amasya’da bitirenlerdendi. Kısa süren Tokat faslında onlara emanettik. Has bir Tokatlı olan Hasan Erdem Bey, Tokat türkülerine konu olan meşhur Tokat yazmasını, üstelik Sultan Abdülhamid devrinde askerlerimiz için hazırlanan bir baskı ile birlikte ekibimize hediye ettiğinde, aklımıza “Tokat aklıma gelmezdi / Babam on beşli olmasa” mısralarını düşürdü bir kez daha. Yürüyen Budalalar’ın bir evvelki Tokat ziyaretinde mihmandarlığını yaptığını öğrendiğimiz Ekrem Anaç Hocamızın baktığımız her binayı, gördüğümüz her kıvrımı, geçtiğimiz her yolu, dokunduğumuz her mermeri Tokat için anlamlandırma hususiyetine sahip olduğunu öğreniyorduk.
Geniş ahşap yapıyı çevreleyen yeşil örtü ve kenardan gürül gürül akan ırmağın üzerindeki tahta köprü, suya vuran ışıklar ve mahmur ördekler; kendimizi pastoral bir tablonun ortasında hissetmemizi sağlıyordu. Seher vakti şehri şöyle bir turladıktan sonra Tokat’tan ayrıldık. Beş otomobil art arda Amasya yoluna düştük.
Simre Otel’e, onun sahibi Kemal Bey ve sahibesi Yasemin Hanım’a ayrı bir bahis açmalıyım. Amasya’da geçirdiğimiz o harikulade vakitleri onlara borçluyuz çünkü. Misafirperverlikten öte, can u gönülden bir hüsnükabul gösterdiler. Sivas’a kadar gelip, yolculuğa en başından katılan Mustafa Kemal Kavlak, sabah altı sularında vardığımız Amasya Simre Otel’de bizi hemen odalarımıza yerleştirdi. Uykusuz geçen gecenin ve yolun yorgunluğunu atmak birkaç saatimizi aldı. Sonra kafile halinde Amasya sokaklarını gezmeye koyulduk. Önde Kemal Abi, hem bize yol gösteriyor, hem mekânlarla ilgili ayaküstü verdiği bilgilerle izahatte bulunuyor, hem de o mekânların mazideki sakinlerinden hatıralar naklediyordu. “Bu mahallede benim çocukluğum geçti, bu evde şunlar otururdu, bu sokakta Amasya’nın asilzâdelerinin konakları vardı. Bu mescid, bu medrese, bu türbe, bu köprü…” Daha önce bir şehirle özdeşleşen insanları görüp tanımıştım. Amasya’yı bize gösteren ve anlatan M.Kemal Kavlak da, kendi şehri ile özdeş olmuş; onun tarihini, doğasını, havasını, kültürünü varlığında sindirmiş bir şahsiyet. Atadan dededen miras aldığı örfü sahiplenmiş, yerleşik değerleri ve şehirli görgüyü hâlen varlığında yaşatıyor. Onunla yaptığımız Amasya gezisi, daha önce kendi başımıza yaptığımız gezilerden daha derin, daha dolu ve daha renkliydi. Bize toprağın üstündekileri gösterdiği gibi, toprağın altındakileri de anlattı. Bugünü anlattı, dünü hikâye etti, tarihi rivayet etti. Bir şehri bize açtı ve o şehrin ruhunu adeta resmetti.
Amasya’daki ev sahibemiz Yasemin Kavlak Hanımefendi; dimağımızda yemeklerinin nefaseti, gözümüzde güler yüzü ve kulağımızda sakin ve nazik sesiyle güzel izler bıraktı. Bize kurduğu bir iftar ve bir sahur sofrasında yalnızca gözümüz değil gönlümüz de doydu. Pehlinin liderliğindeki iftar ve keşkeğin liderliğindeki sahur sofralarımız gerçek anlamıyla birer ziyafetti. Aslına bakılırsa ziyafetin büyüğü gönüllerde yaşandı. Yasemin Hanım, oradaki otuz kişiyi ağırlarken yalnızca birbirinden enfes yemekleri sunmuyordu; asırların içinden süzülüp gelen bir örfü, misafiri baş tacı bilen bir ananeyi sunuyordu. Onun o kendinden hoşnut, dingin hâli, şükranlarımızı “estağfurullah”larla karşılayışı, bizi yemekleri kadar etkiledi.
Yürüyen Budalalar kervanına katılıp çıktığımız yolu bize açan kişiler Yeşim Çoruh ve Halil Çelik’tir. İstanbul’un kentsel kargaşasından yorulan iş arkadaşlarını, yol arkadaşı yaparak yola çıkaran da onlar. İstanbul’u Sivas’a, Tokat’a ve Amasya’ya bağlayan bağları, ilmek ilmek onlar dokudu. Yürüyen Budalalar hareketinin öncüleri Halil Bey ve Yeşim Hanım’ın yolları uzun, menzilleri bol olsun.
Bizim Sivas-Tokat- Amasya yolculuğu, Amasya’daki sahurdan sonra İstanbul ekibinin havaalanına gitmesiyle ve Sivas ekibinin öğlenden sonra Sivas’a doğru yola çıkmasıyla sona erdi. Hayır, sona ermedi. Bazı yolculuklar hafızada ve yürekte devam eder. Onca güzel yüz, onca güzel söz, onca gönül hoşluğu bizimle birlikte yaşayıp gidecek.
İnsanı insana, insanı şehre ve şehri şehre bağlayan o ipekten yumuşak, çelikten muhkem bağlar, böyle küçük ilmeklerle örülüyor zahir. Bu bağlara daha nicelerini eklemek dileği ve ümidiyle…